Bugün bayram.
Her bayram sabahı heyecanlanırım ben. Ufacık çocuk gibi kıyafetlerimi hazırlarım geceden. Bir de güzel tararım saçlarımı... Bu bayramsa diğerlerinden çok farklı. Bu bayram; güneş parlamıyor, kahvaltı kokusu gelmiyor, rüzgar esmiyor, yüzler gülmüyor... Yüzde anlamsız bir ifade fakat kalp ağlıyor, çok acıyor. Ama tek teselli milyonlarca insanın da aynı şeyi hissetmesi. Tam 30 milyon.
Belki yine sokakta çocuklar koşturacak, ama içlerinden birisi hep ağlayacak... Onun, yüreğini kaplamış ki çoktan Fener sevgisi.. O gülemeyecek. Kalbine, kalbindeki sevgiye hançer saplayanlar, mesai saati boyunca tek aşkını, Fenerbahçesini karalayanlar, akşam olduğunda evde göbeğini kaşıyanlar çıkaracak bayramın tadını. Babası bildiği başkanını soğuk demirlere boğanlar gülcek, eğlenecek bayramda... O çocuk yalnızca, "Bayram gelmiş neyime..." diyen ve bu mirası aldığı babasının sözlerine anlam verecek, verebilcek.
Gollerini göz yaşlarıyla izlediği futbolcuların istemsiz gidişlerini, aynı masum yaşlarla izleceyek televizyonlardan. "Parasız da oynarız" diyen ağabeylerini duyunca kabaracak, gururlanacak küçücük göğsü. Belki minik sarı bir şekerde arayacak kaybolmuş hayatın tadını ama nafile.. Hiç bir şey zaferin bıraktığı tadı bırakamayacak ağzına. Ve o şeker, ona yalnızca ufak bir ümit olacak... El öpmeyecek. Pazar günü Cadde'de haykırdığı bestelerin verdiği mağrurluğu, özgüveni kaybetmemek istercesine...
Sabah uyandığında ailesine yalnızca şunu diyecek, ya da onu bile diyemeyecek:
İyi Bayr.... neyse.
Tuğçe Kuru
Bayram mış
Sonun Başlangıcı
Bir şey var bizde bize ait olmayan. Çok derinlerde gibi ama çok da cana yakın. İçerden acıtıyor bizi. aldığımız nefes, içtiğimiz su hep bir başkasının gibi. Sanki hep bizimmiş ama bizden koparılmış gibi. kalbimiz sökülmüş ama kalbimizin yerindeki aşk kazınmak isteniyormuş gibi kanatarak, acıtarak, yırtarak...
Tam üç buçuk aydır böyleyiz, tam 42 gündür böyleyiz, tam 1008 saattir böyleyiz, tam 60480 dakikadır böyleyiz, tam 3628800 saniyedir böyleyiz... Bir saat yıl gibi geliyor. 3 Temmuzdan bu yana kalbimiz kanıyor.
Bağırıyoruz yırtarak ses tellerini, duyulmuyor. Gülemiyoruz can acısına, ağlayamıyoruz gözlerimiz kurumuş, kızamıyoruz sevdanın yükünden. Yapabildiğimiz tek şey dik duruyoruz. Bu yılmayış su serpiyor kuruyan kalbimize. Sahip çıkıyoruz. Ezdirmiyoruz kendimizi, ezilmiyoruz...
Belki düğüm var boğazımızda, belki kurumuştur göz pınarımız da... Belki kelepçe var yüreğimizde dilimizde. Ama şan şeref geçmişimizde,sevda içimizde! Buluşuyoruz, kenetleniyoruz meydanlarda haykırıyoruz ne olursa olsun FENERBAHÇE diye!
Zaten Fenerbahçe neredeyse, meydan orası değilmidir? Fenerbahçe İstanbul'da Taksimdir, Ankara'da Kızılaydır, İzmir'de Gündoğdu'dur, Bursa'da Orhangazi Meydanı'dır, Muğla'da Saburhane'dir, Balıkesir'de Kuvayi Milliye'dir...Yer zaman yeter mi aşkı anlatmaya?
Şimdi bu düğüm çözülecek. Ya bizi boğacak ya da ipten alacak sanki tüm bunlar bizi yıldırmaya yetermiş gibi... Yetmez ki bunlar bizi yıldırmaya. Biz nasıl çıktık ki yola? Düştük yine yollarına dedik, haykırdık sevdamızı çok sevdik çok diye. Zaten yetmez mi ki Fenerbahçeli olmanın gururu bizlere... Evladımıza miras bırakmadık mı sevdayı? Tribündeki o Fener sesi içimizi titretmedi mi, aklımızı başımızdan almadı mı? Fenerin maçı var diye elimizin tersiyle itmedik mi dünyayı? Bütün dünya üstümüze geldi de fark etmedi bu taraftar hep senin için ölmeye değer Fener demedi mi? Bağdattan başlayıp yakmadık mı dünyayı şampiyonluk gelince...
Ey Fenerbahçe düşmanı;
Biz darağacını da almıştık göze,
yine de anlatamadı sevgimizi.
Şimdi bir Fener Aşkı kapladı içimizi.
Dilerseniz öldürün bizi...
Ne olursa olsun;
FENERBAHÇE BAYRAĞI MEZARDA SARSIN BİZİ
Tuğçe Kuru
DARAĞACINDAKİ AŞK
Bir pazar sabahı uyandı Fenerbahçeli. Belki sıcak temmuz sabahının rahatsızlığından belki de içine düşecek olan kor ateşin telaşından. Her kahvaltıda olduğu gibi çayını yudumlarken Karadeniz zaferlerini düşündü, mutfağının küçük penceresinden görülen pencereden daha büyük olmayan boğaz manzarasında iki yaka arasında söylediği zafer şarkıları geldi aklına. Mis kokulu elmeğini yerken de Anadolu takımları... Elbet nefretten değildi bu. Rekabetten de değildi. İllaki bir açıklama isteyen yakınlarına "aşktan" diyordu. Zaten az haykırmamıştı sokaklarda "Fenerli olmayan kimse bilemez" diye. Çok dert etmiyordu bu yüzden aşkının tadını çıkarmak dururken...
Ama İşittiği haberle birden soğudu çay, rengini yitirdi deniz, kokusunu kaybetti ekmek. Fenerbahçe için hayatını vermek gerekse bir an bile düşünmeyi ihanet sayacak Fenerbahçeli Başkanının tutuklandığını öğreniyordu. Bazen kızdığı, eleştirdiği ama Fenerbahçe dergisini eline ilk aldığında onun yazısını okuduğu, ses telleri yırtılana kadar "büyük başkan" diye bağırdığı odasına resimlerini aldığı ve onu eleştiren en yakını bile olsa canını dişine takıp savunduğu başkanını...
Şimdi sokaklar savaş alanı. Sarı lacivert meydanlara 30 Milyon darağacı kurulmuş. Renkler soldurmak isteniyor. Şimdi büyük yok, oyun yok, barış da yok düşmanlık da yok.. Yalnızca Fenerbahçe var.
"Burası senin yolunun sonu" diyor cellat. Fenerbahçe'nin yenilmezliğini, kurtuluş anılarından bir haber. HAYASIZ ... "Son İsteğin" diyor buz gibi çelikten ses, kor gibi yakıyor. Darağacındaki Fenerbahçeli; "sana son sözüm FENERBAHÇE" diyor. Demirden güçlü sesi yağlı urganları eritiyor.
O an Fenerbahçeli darağacındayken cellat gülüyor, kazandım sanıyor. Ama meydanın kıyısındaki son kişiyi unutuyor. O Minik Fenerli, elinde bayrağı sırtında formasıyla asırlık çınara can suyu vermeye gidiyor. Çünkü biliyor dünya üzerinde tek Fenerli o kalsa bile şanlı armayı o taşıyacak. Ve şimdi bedeninden büyük sesiyle haykırıyor " FENERBAHÇE DÜŞMANLARINI YENECEĞİZ" !
Tuğçe Kuru
Serim Düğüm Çözüm
Şu veya bu sebepten bugün en çok madur olan taraf 30 milyon Fenerbahçe taraftarıdır.Fenerbahçe onların sevdasıdır, anne sütüdür, sabah simididir, anne kokusudur, baba güvenidir, kan bağıdır,elemidir, kederidir, neşesidir, savunmasıdır sığındığıdır, uğruna savaştığıdır,..., takımıdır.
Fenerbahçe taraftarını yalnızca maçlara gidip gelen, yaşları 18-45 arası gören bağnaz yapıya hatırlatmak isterim;
*Fenerbahçe taraftarı; ilk maçına gelen ve yorgun düşüp uyuyan minik Ali'dir,
*Fenerbahçe taraftarı; tüm gecesini bilet kuyruğunda geçiren ve ailesinin verdiği parayı maça gözünü kırpmadan yatırıp kendini iyi hisseden Mehmettir.
*Fenerbahçe taraftarı; Arkadaşları İstiklal Caddesi'inde gezerken babasının koluna girip tribündeki yerini alan Merve'dir
*Fenerbahçe taraftarı; 5 aylık ikizlerine hamile olan eşinin yardımlarıyla sevdasına koşan Elif ve eşi serkandır
*Fenerbahçe taraftarı; kar kış demeden battaniyesini alıp tribünde oturan 85'lik amca ve teyzemizdir.
*Fenerbahçe taraftarı; İnşaattaki ustadır, tarladaki çiftçidir, yayladaki çobandır, şafak sökmeden işe giden fırıncıdır, iş adamıdır barmendir, öğrencidir, ev hanımıdır, simitçidir, fotoğrafçıdır, ressamdır, müzisyendir çocuktur...
Şikeciyi cezalandırın, suçsuz olanı aklayın ama milyonları aşkın Ali'yi, Elif'i, Merve'yi, Serkan'ı... nicelerini rahat bırakın.
Tuğçe Kuru
Uçlar
Toplumsal yaşamın katmanını oluşturan insan, nasıl oldu da toplum dağının uçurum kenarında buluverdi kendini? Neydi onu uçlara iten güç? Atlamayı seçenlere mi daha yakındı, durup düşünenlere mi?Aslında bu en basit soruların çok baist cevapları bizde saklı.
İyi bir pazar kahvaltısı öncesi açılan sıradan bir gazetede bunun izlerini görmek mümkün. Yada bir kaç saat öncesinde, gazeteyi aldığınız bayide. Yukarıdan aşağı sıralı gazetelere göz gezdirdiğinizde kendinize en yakın olanı almak ne kadar doğalsa, aralarına uçurum gibi görüş ayırlıkları konan gazetelerin yakın raflarda durması da o kadar yapay ve tezat. Hele ki küçük muhitteyseniz büfecinin bakışları ile aldığınız gazetenin üzerinize yapışmaması imkansız( mahalle baskısı değil tabiki konu "bu da nerden çıktııı?!" demeyin )
Her neyse zaman ileri sarıldı ve kahvaltı masasında yumurta kabulkarı arasında köşe yazarlarını okumaya başladınız. İster istemez yaftalar insan. Dinden bahseden yobaz, milliyetçilikten bahseden ırkçı, komünizmden bahseden dinsiz... Peki konuşmaya ilk başladığından beri çocuğun bilinç altına yerleştirilen ve onu bu denlli sistematik düşünmeye iten güç... Suç kimde olabilir? Yürümeye yeni başladığında eliyle kurt işareti yaptıran babada mı, konuşmaya yeni başladığında "türban özgürlüktür" sözeleri öğreten babaya mı yoksa okula yeni başladığnda çocuğuna orak- çekiç çizmeyi öğreten babada mı.. Suç yalnızca ve yalnızca "suç kimde?" diye sormayanda...
Ne güzel de demiş Metin Üstündağ;
"Uçlarda yaşıyoruz hayatı
Ortası koptu gitti sağduyumuzun..."
Tuğçe
Start
Pek muhterem okuyucular,
Blog'u açmaktaki sebebimiz kâh İclal Aydın, kâh Mehmet Coşkundeniz, kâh Murat Bardakçı edasında düşüncelerimizi paylaşamaak .... falan filan değil tabiki .
Yalnızca bir Asım Velioğlu olsam bana yeterli (: e dedim herkes blog yazıyor, benim neyim eksik... öyle de demedim tabiki. şimdilik hiç okuyucum olmadığı için içimden konuşuyormuşum gibi gelse de zamanla açılır diyen esnaf gibiyim şu anda. ne diyelim hayırlısı. Bu da olsun başlangıç yazısı ...
çok dip not: "İsme de bak demeyin" genelde böyle isimler gördüm bi özendim ve en sevdiğim futbol terimini yazdım küçümsemeyin. ya da küçümseyin.